Veri Açlığı mı, Veri Açgözlülüğü mü?

Merhaba,
Yapay zekânın gelişimini hayranlıkla izliyoruz. Öyle ki; neredeyse her sorunun çözümünde bir algoritma öneriliyor, her kurum “veri odaklı dönüşüm”den bahsediyor. Ama bugün başka bir şey soracağım:

Bu yapay zekâ sistemleri gerçekten “veri aç” mı, yoksa “veri açgözlü” mü?

İkisi arasındaki fark, sadece teknik bir detay değil. Bu fark; bireysel özgürlükle dijital tahakküm arasındaki sınırı belirliyor.

“Ne kadar çok veri, o kadar zeki sistem” yalanı

Bugün birçok yapay zekâ geliştiricisi, sistemlerini eğitmek için sonsuz veri istiyor.

  • Mesajlarımız,
  • Konum bilgilerimiz,
  • Sağlık verilerimiz,
  • Göz hareketlerimiz,
  • Alışveriş geçmişimiz…

Her şey ama her şey, “sistemin gelişimi için” gerektiği iddiasıyla toplanıyor.
Peki gerçekten gerekli mi?
Hayır.
Çünkü artık biliyoruz ki, bu “veri açlığı” retoriği, çoğu zaman bir veri açgözlülüğünü maskelemek için kullanılıyor.

Mahremiyet mi, Model Performansı mı?

Bir uygulama size şunu söylüyor:

“Sana daha iyi hizmet sunabilmemiz için mikrofonuna, kamerana, konumuna, galerine erişmem gerekiyor.”

Aslında şunu demek istiyor:

“Seni daha iyi tahmin edebilmem, daha çok manipüle edebilmem ve seni daha fazla sisteme bağımlı hale getirebilmem için tüm verini istiyorum.”

Bu noktada bireysel mahremiyet neredeyse pazarlık unsuru hâline geliyor.

  • “Bu hizmet ücretsiz ama verilerini verirsen.”
  • “Bu arayüzü kullanabilirsin ama bizi izlemene izin verirsen.”

Yani veri, hem yakıt hem de rehin hâline getiriliyor.

 Sınır Aşımı: Teknolojik Başarı Uğruna İnsanî Çöküş

Eğer veri toplama pratikleri etik ilkelerle sınırlandırılmazsa, yapay zekâ sadece daha “zeki” değil, aynı zamanda daha tecavüzkâr bir sisteme dönüşür.
Sistemin başarısı, insanın bütünlüğünden önemli hâle gelir.
İşte tam da burada, SGT olarak uyarıyoruz:

Veri açlığı, doğal bir ihtiyaç olabilir.
Ama veri açgözlülüğü, dijital bir sömürü sistemidir.

 SGT’den Mahremiyet Manifestosu

📌 Kullanıcı rızası açık, belirli ve geri alınabilir olmalıdır.
📌 Veri toplama “gereklilik” ilkesine dayalı olmalıdır, “her ihtimale karşı” değil.
📌 Yerli veri saklama politikaları hayata geçirilmeli, kritik veriler dışa bağımlı sistemlerde değil, ulusal egemenlik alanlarında barındırılmalıdır.
📌 Mahremiyet, sadece bir “hukuk” konusu değil; bir kültür ve güvenlik meselesi olarak ele alınmalıdır.

Son Söz:

Veri toplamadan da iyi hizmet verilebilir.
Ama mahremiyet çiğnenerek verilen hiçbir hizmet, modern medeniyetin onuruna yakışmaz.

Yapay zekâ sistemlerine “her şeyi bilme hakkı” veriyorsak, önce şu soruyu sormalıyız:

“Ya hiçbir şey bilmek istemediğimiz bir güne uyanırsak?”

Selamla başladık, bu kez bir dilekle bitireyim:
Veri odaklı değil, insan odaklı bir dijital gelecek mümkün. Yeter ki veriyi değil, vicdanı merkeze alalım.

Yasin Demirci
SGT Köşe Yazarı